Adres
Cumhuriyet Mah. Dekanlar Sok. No:2 D:1 Süleymanpaşa-TEKİRDAĞ
Danışan Destek Hattı
0850 307 57 22
Adres
Cumhuriyet Mah. Dekanlar Sok. No:2 D:1 Süleymanpaşa-TEKİRDAĞ
Danışan Destek Hattı
0850 307 57 22
Psikolojik sağlığımızı korumak için gerek sosyal medyadan gerek kişisel gelişim kitaplarından ya da uzmanların ağzından en çok duyduğumuz cümlelerden biri “Stresten uzak durun.” mesajıdır. Ancak stresten uzak durmak için ruhumuzda güçlü tutmamız gereken birçok manevi değer algısı vardır. Bu manevi değer algılarını tıpkı kan değerlerine benzetebiliriz. Nasıl ki kan tahlili sonuçlarınızda, referans aralığı değerlerinin çok altına inmiş ya da çok üstüne çıkmış normalden farklı bir durum varsa ve doktorunuz size bu değerlerin bir hastalık riskini ortaya çıkardığını söylüyorsa aynı şekilde psikolojik sağlığımızı koruyan bazı manevi değer depolarımızdan da söz etmek mümkündür.
Bireyin iç dünyasında derin bir anlam ve önem taşıyan manevi değer, maddi karşılığı olmayan değerleri ifade eder. Psikoloji açısından söz konusu değerler, kişinin kimliğini, inançlarını ve yaşam amacını şekillendiren unsurlardır. Bu manevi değerler, bireyin hayata bakışını, ilişkilerini ve karar alma süreçlerini etkiler. Örneğin, dürüstlük, sevgi, sadakat gibi değerler, bireyin toplumsal ilişkilerde kendini nasıl ifade edeceğini belirler. Psikolojik olarak, manevi olan değerlere bağlılık, kişinin ruh sağlığını korumasına, içsel tatmin sağlamasına ve yaşamda anlam bulmasına yardımcı olur.
Özümüze yönelik olan manevi değer depolarımızı ne kadar sağlıklı şekilde doldurabilirsek ruhumuzun bağışıklık düzeyini gösteren psikolojik sağlamlık hali de o kadar güçlü olmaktadır. Psikolojik sağlığımızı koruyan manevi depoların hepsi anne karnında başlayan ebeveyn-çocuk ilişkisinin temelleri üzerine inşa edilir. Örneğin aşağıda adlandırdığımız manevi depolar yeterli düzeyde dolmazsa, ergenlikte görülen duygusal ve davranışsal problemler yetişkinlikte duygu durum rahatsızlıklarına ya da kişilik problemlerine dönüşebilmektedir.
Dolayısıyla yazımızın devamında özümüze yönelik manevi değerlerimizin neler olduğu, bu değer depolarının nasıl dolduğu ve bu depoların boşalması durumunda hangi psikolojik problemlerin ortaya çıkma riskleri olduğundan kısaca bahsedeceğiz.
Değerli olduğunu bilmek, değerli hissetmek ve değerli hissettirilmek birbirine benzer kavramlar gibi görünse de aslında tamamen farklı manevi değer yargılarını ortaya koyar. Bir kişinin kendisinin değerli olduğunu bilmesi, en temel haklarından biridir. Değerli olduğunu bilmek, insanın hiçbir koşula dayanmadan var olduğu haliyle, insan olarak değerli olduğunu bilmesi anlamına gelir. Büyük başarılara imza atmasına veya birisi için fedakarlık yapmasına gerek yoktur.
Özdeğer farkındalığı, bireyin anne karnına düştüğü ilk günden yaşamın sonuna kadar değerli olduğunu bilmesidir. Özdeğer farkındalığını kaybettiğinde, yani özdeğer farkındalık deposu boşaldığında, birey bu ihtiyacı sadece dışarıdan karşılamaya çalışır. Ancak özdeğer deposu boşalmış bir kişi, kendisini sağlıklı şekilde değerli hissettirecek insanları seçemeyebilir. Bu durumda birey, en ufak bir olumsuzlukta karşısındaki kişi tarafından aşağılanan, yetersiz ve değersiz hisseden bir duruma düşebilir. Böyle olumsuz ilişkilerde özdeğeri düşmüş bir kişinin ağzından “Benim hiç değerim yok mu? Kendimi çok değersiz hissediyorum. Acaba değerimi bilir mi?” gibi cümleler duymak mümkündür. Bu nedenle bir kişi kendisinin değersiz olduğunu hissediyorsa, öncelikle “Ben kendime ne kadar değer veriyorum?” sorusunu sorması gerekir.
İnsan, kendisi için değerli gördüğü her şeyi korur, dikkat eder ve başkalarının da incitmemesi için sınırlarını çizer. Söz konusu durum, kişinin kendisi için de geçerlidir. Kişi, kendi özdeğerinin farkında olduğunda, kendisini değersiz hissettirecek her şeye karşı daha duyarlı ve dikkatli olur. Ancak kişi, kendi özdeğerini yok sayarsa, bu durum yaşam boyu çatışmalı ilişkiler, depresyon, panik atak ve sosyal fobi gibi psikolojik sorunlarla mücadele etmesine yol açabilir.
Özkabul, bireyin kendisini hem başarılarıyla hem de başarısızlıklarıyla bir bütün olarak kabul edip, yaşadığı her şeyin kendisini “ben” yapan yaşantılar olarak içselleştirme halidir. Özkabul değeri ne kadar yüksekse, bireyin kendisini ve kendisiyle ilgili olan her şeyi kabul edebilmesi daha kolay olur.
Özkabul değeri, bireyin kendisini ait hissetme hissiyle de yakından ilişkilidir. Kişi, sosyal çevresini, evliliğini, işini, yaşayacağı coğrafyayı ve daha birçok şeyi kabul edebildiğinde, kendini o yere ait hisseder. Ancak tüm bunları kabul edebilmesi için önce kendi varlığını bu yerlere ve yaşantılara ait olduğunu da kabul etmesi gerekir. Aksi takdirde, birçok insan “Başıma gelenleri kabul edemiyorum. Bu durumu kabul edemiyorum.” gibi cümleler söylerken aslında kendisini de bu olayların içinde kabul edemediğini ifade etmeye çalışır.
Kişinin başına gelen kabullenilmesi zor durumlarla baş edebilmesi için önce kendisini bu durumun içinde kabul edip, bundan sonra daha iyi koşullar sağlayabilmek için neler yapılması gerektiği üzerine odaklanması gerekir. Ancak özkabul değeri düşüp manevi değer depoları boşaldığında, kişinin kendisini suçlama, içe dönük öfke, kendini cezalandırma, kendine zarar verici davranışlar gösterme, obsesif kompulsif duygu durum hali (takıntılı duygu ve düşünceler), kronik depresyon ve panik atak gibi birçok psikolojik problemin ortaya çıkma riski de artar.
Özdenetim, bireyin kendi duygu, düşünce ve davranışlarının farkına vararak, bunları içinde bulunduğu yer, zaman, kişi ve mekana uyumlu hale getirebilme becerisidir. Otokontrol olarak da bilinen bu manevi değer deposunun dolu olabilmesi için öncelikle bireyin kendi duygularının farkında olması gerekir.
Günümüzde birçok insan, hızlı yaşam temposu içerisinde kendi duygularından uzaklaşarak, sadece işleri yetiştirme ve bir sonraki işe yetişebilme telaşı içerisine girer. Söz konusu durum sonucunda bireyler, aslında kendilerini neyin çok üzdüğünü, şaşırttığını, heyecanlandırdığını, sakinleştirdiğini veya mutlu ettiğini hissedememeye başlarlar. Bireyler, kendi duygularını anda kalıp an içinde fark edemedikçe, özdenetimi kime veya neye yönelik yapacaklarını da karıştırmaya başlarlar. İşte bu yüzden birçok ebeveyn, kendi sosyal kaygılarını fark edemediklerinden, özdenetimlerini kendilerini iyileştirmek yerine çocuklarının yaşamlarını kontrol etmek için kullanır.
Yanlış yapılan özdenetim sonucunda, yetişkinler bağımlı veya “helikopter ebeveynlere” dönüşebilir. Öfke, hayal kırıklığı veya stres gibi olumsuz duygular üzerinde sağlıklı bir denetim yapamayan bireyler, panik ataklar ve yoğun kaygı gibi sorunlarla karşılaşabilir. Bu durumda, özdenetim becerileri zayıflar ve duygusal farkındalık azalır ve manevi değer depoları tükendiğinde, kontrolsüz duygular, takıntılı düşünceler ve aşırı stres ortaya çıkar.
Günümüzde birçok insan, şefkat ile acıma duygusunu karıştırır. Acıma, yukarıdan aşağıya doğru hissedilen bir duygudur. Böylece acıyan taraf kendini daha yukarıda, acınan tarafı ise daha aşağıda görür. Ancak kişi bunu kendine yönelik yaptığında, hem kendine yukarıdan bakıp acıyan, hem de kendini aşağıda görüp acınan kişi olma hislerini aynı anda yaşar ve ilgili durum, kişinin iç dünyasında ciddi bir duygu karmaşasına neden olur. Dolayısıyla, acıma duygusunun içine üzüntü olduğu kadar öfke, keder, hüzün, mutsuzluk ve zaman zaman tiksinme duyguları da karışabilir.
Kişi kendine acımaya başladığında, kendisinin yetersiz, aciz ve güçsüz olduğunu kabullenerek, söz konusu olumsuz durumların asla düzelmeyeceğine inanmaya başlar. Dolayısıyla acıma duygusu sağlıklı bir duygu değildir. Zaman zaman kendi ağzımızdan veya başka kişilerin ağzından çıkan “Şu halime bak, acınacak haldeyim.” gibi cümleler, kişinin kendisine yönelik özşefkat değerlerinin düştüğünü hatta daha ileri durumlarda bu değerleri temsil eden özşefkat manevi değer deposunun boşaldığını gösterir. Kendimize acıma halindeyken, yaptığımız hiçbir telkin veya olumlu davranışların herhangi bir iyileştirici etkisi olmaz.
Özşefkat ise kişinin kendisiyle kurduğu sağlıklı bağı anlatan bir manevi değerdir. Özşefkat değerinin ne düzeyde olduğunu anlamak için genelde şu soru sorulur: “Kendine kızdığında, suçladığında ya da çok yüklendiğinde, bu durumların aynısı sevdiğin birinin başına gelseydi, ona da ‘Kendine kız, suçla, kendine hakaret et, kendini yıprat’ der miydin?” Eğer kişi bahse konu soruya “Hayır” cevabını veriyorsa, o zaman bu kişinin bir başkasına şefkat duyabilirken, kendisine duyduğu özşefkat değerlerinin düştüğünü düşünürüz. Çünkü özşefkat, kişinin zor zamanlarında kendine acıması değil, her zaman kendi yanında destekleyici şekilde olduğunu hissedebilmesi halidir. Böylece özşefkat değerleri çok düştüğünde, kişi kendini çok yalnız, boşlukta ve aciz hissedebilir.
Özsevgi, bireyin kendisine duyduğu sevgi ve kabul duygusudur. Bu manevi değer, bireyin ruhsal sağlığı için temel bir ihtiyaçtır ve erken çocukluk döneminde ebeveynlerden alınan koşulsuz sevgi ile şekillenir. Çocuk, ebeveynlerinin sevgisiyle kendisini sevilir biri olarak görmeye başlar. Bu, ilerleyen yaşamında güçlü bir özsevgi duygusunun temellerini atar. Ancak özsevgi, sadece ebeveynlerden alınan sevgiyle sınırlı kalmamalıdır. Çocuk, ebeveynlerinden aldığı sevgiyi başkalarına yönlendirmeyi ve onları da sevmeyi öğrenmelidir. Karşılıklı sevgi alışverişi, bireyin sağlıklı bir sevgi anlayışı geliştirmesine yardımcı olur.
Özsevginin eksikliği, bireyin dışarıdan sürekli onay ve sevgi aramasına neden olabilir. Erken yaşlarda yaşanan travmatik deneyimler, olumsuz ebeveyn tutumları veya ebeveyn kaybı gibi durumlar, bireyin özsevgisini zayıflatır ve kişi, sevgi ihtiyacını sadece dış kaynaklardan karşılamaya çalışır. Bu da, kişinin kendisini yeterince sevilir hissetmemesine ve özsevgi deposunun boş kalmasına yol açar.
Diğer yandan, aşırı özsevgi ise narsizme yol açabilir. Eğer birey, sadece kendi sevilirliğine odaklanır ve başkalarını sevmeyi ihmal ederse, özsevgisi sağlıksız bir şekilde büyür. Narsistik eğilimler, bireyin sosyal ilişkilerini zedeler ve onu yalnızlaştırır. Dolayısıyla özsevgi manevi değeri dengeli bir şekilde geliştirilmelidir. Kendini sevmek, bireyin ruhsal sağlığı için önemlidir; ancak bu sevgi, diğerlerine karşı da empati ve sevgi göstermeyi içermelidir. Dengeli bir özsevgi, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurmasını sağlar. Sevgi, hem kendimize hem de başkalarına yönlendirildiğinde, gerçek anlamda tatmin edici ve sağlıklı bir yaşam sürdürmemize yardımcı olur.
Özsaygı, bir kişinin kendisine duyduğu saygıyı ifade eder ve başkalarına gösterdiği saygı kadar önemlidir. Toplumda iyi bir statü kazanmak veya başkalarının takdirini kazanmak, birçok insan için saygı ölçütü olarak görülür. Ancak gerçek özsaygı manevi değeri, kişinin kendisine ne kadar nazik ve düşünceli davrandığıyla ilgilidir. Örneğin, bir kişi başkalarına saygı gösterip onları incitmemeye özen gösterirken, kendisine karşı oldukça sert olabilir. Kendi başarısızlıklarına karşı “Aptalım” gibi ifadeler kullanmak, özsaygıyı zedeler ve kişinin kendine olan saygısını azaltır. İşte o zaman özsaygı deposunda bazı değerlerin azaldığını düşünürüz.
Bazen birilerinin bize “Bunu nasıl yaparsın, senin kendine hiç saygın yok mu?” diye kızdığını duyarız; bazen de kendi kendimize “Kendime olan tüm saygımı yitirdim.” dediğimizi duyarız. İşte tüm bu cümleler, özsaygı değerlerinin düştüğünü gösterir. Dolayısıyla kendimize kaliteli zaman ayırmak, spor yapmak, bedenimizi dinlendirmek, kendimizle barışık olmak, her gün düzenli öz bakımımızı yapmak, temiz giyinmek, manevi değer depomuzdaki özsaygıyı yükseltir.
Söz konusu durum sonucunda, bazı insanların bize “Ne güzel hobiler buluyorsun kendine. Bu hallerini görünce gerçekten çok saygı duyuyorum sana.” gibi olumlu cümleler söylediğini de duyabiliriz. Ancak bu durum, öncelikle kişinin kendi bedenine, zihnine, özüne ve tüm öz parçalarına duyduğu saygıdan dolayı ortaya çıkan bir motivasyondur. Bu motivasyon, diğer insanların da kişiye saygı duymasını sağlar. Ancak özsaygı değeri düşüp bu depo boşalmaya başladığında, kişinin yaşamdan keyif alamama, yaşam enerjisinde azalma, depresif duygu durumları, diş fırçalama, duş alma, saçını tarama gibi günlük öz bakım becerilerini yerine getirememe, sigara-alkol-madde bağımlılıklarına yönelme gibi sorunlar ortaya çıkabilir.
Özgüven, en kısa tanımıyla kişinin kendisine güven duyabilmesidir. Bir insanın kendine güven duyabilmesi için, duygu, düşünce, davranışlarına ve yeteneklerine hakim olması, neyi ne düzeyde yapabileceğini bilmesi gerekir. Ayrıca sorun çözme ve muhakeme yetilerini de iyi kullanabilmelidir. Bu hakimiyet, kişinin özsevgi, özsaygı, özdenetim, özkabul, özdeğer ve özşefkat gibi manevi değer depolarının yeterli düzeyde dolu olması durumunda ortaya çıkan bir sonuçtur.
Eğer bu depolardan biri ya da birkaçı boş olursa, kişi de koşullu özgüven ortaya çıkmaya başlar. Örneğin, özsevgi deposu boş olan biri için toplumda birisi tarafından sevilir hissettiği sürece, o kişi kendi özgüveninin yüksek olduğunu düşünür. Ama aynı kişi, başka biri tarafından sevilmediğini fark ettiğinde, bu durum onu sadece üzmekle kalmaz, aynı zamanda özgüveninin de azalmasına neden olur.
Psikolojik sağlığını koruyan manevi değerlerin düştüğünü ve değer depolarının boşaldığını fark etmeyen kişiler için sağlıklı özgüven oluşturmak oldukça zordur. Çünkü ilgili değerleri olması gereken seviyeye kadar yükseltemedikçe, ortaya çıkan psikolojik problemleri kalıcı şekilde gidermek mümkün değildir. Dolayısıyla her insanın kendi psikolojik sağlığını koruyan değerlerinin ne düzeyde olduğuna dikkat etmesi gerekir. Söz konusu değerlerden herhangi birinin bile düşük hissedilmesi halinde mutlaka psikolojik destek alınması gerekir. Unutulmamalıdır ki, psikolojik sağlığımız erken çocukluk deneyimlerinden etkilense de, kişi her zaman kendi ruh sağlığını kontrol altına alabilir ve kendine iyi bakabilir. Bu süreçte, Mutlu Yaşam’ın uzman psikologlarından destek alabilirsiniz.
Kendinize iyi bakmanız dileğiyle…
Önceki yazımıza https://mutluyasam.com.tr/icsel-durgunluk-languishing-sendromu-nedir/ linkinden ulaşabilirsiniz.
İçerikler