Adres
Cumhuriyet Mah. Dekanlar Sok. No:2 D:1 Süleymanpaşa-TEKİRDAĞ
Danışan Destek Hattı
0850 307 57 22
Adres
Cumhuriyet Mah. Dekanlar Sok. No:2 D:1 Süleymanpaşa-TEKİRDAĞ
Danışan Destek Hattı
0850 307 57 22
Dünyadaki insanların hepsini bir araya getirsek ırk, din, dil ve cinsiyet ayırt etmeksizin her bir bireyin sorununun kökleri ebeveynleriyle olan ilişkilerine dayanır. Bu biraz tuhaf değil mi?
Belki de bu söylem size ‘‘Dünyada hiç mi iyi ebeveyn yok?’’ ya da ‘‘Ben de bir ebeveynim. Çocuğumun yaşamı boyunca karşılaşacağı bütün sorunların hepsinden ben nasıl sorumlu olabilirim?’’ sorularını sordurtmuş olabilir.
Elbette ki bu söylemimiz ebeveynleri suçlamak için değildir. Bu söylem, ebeveynlerin dünyaya bir çocuk getirmeleriyle beraber bir insan yetiştirmenin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu bilmeleri içindir.
Öncelikle bir kadının içinde var olan bir hücre kendi başına bağlanma, sevilme, özgüven, mutluluk, kendini değerli hissetme, sorunlarla baş edebilme gibi becerilerden habersiz bir şekildedir. Ancak o kadın bir adamla beraber o hücreyi içinde çoğaltıp onu bir bebek haline getirmeye karar verdiğinde artık o hücreler kümesi bir bebeğe dönüşür ve bu saatten sonra bu mucizevi oluşuma ‘‘insan’’ olarak bakmak gerekir.
İnsan ise doğduğunda tamamen bomboş bir sayfa gibidir ve bu sayfaya yazacağınız her şey o insanın bu dünyadaki rolüne büyük etki etmektedir. Bu nedenle ebeveynlerin kişilik özellikleri ve ebeveynlik tutumlarının çocuk yetiştirme üzerindeki etkisi doğrudan ve yüzde 100 oranındadır. Çünkü bir çocuk dünyaya geldiğinde dünyanın nasıl bir yer olduğunu önce içine doğduğu aile ortamından öğrenir. Yani bir bebeğin bütün dünyası önce anne ve babasıdır.
Eğer o anne-baba bebeğe güven, sevgi, ilgi ve değer gösterme yönünde önce çekirdek bir dünya oluşturabiliyorsa çocuk da dünyanın içerisinde var olmak ve kendini bu dünyada var edebilmek için kendine olan güvenini geliştirmeye başlar. Ancak özgüven, her çocukta farklı yollardan gelişen, sadece çocuğun kendine has bir şekilde ortaya çıkan ve kişilik dinamiklerini güçlendiren psiko-dinamik bir yapıdır.
Özgüvenin psiko-dinamik bir yapı olmasının nedeni ise insanın yaşam boyunca gelişmeye ve duygusal yönden beslenmeye ihtiyaç duymasından kaynaklıdır. Bu nedenle bir çocuğun anne rahmine düştüğü günden yaşamının sonuna kadar kendi dünyasının içerisinde sevilen, önemsenen, güvenilen, istenilen, takdir edilen, teşekkür edilen, yeri geldiğinde övülen, yeri geldiğinde yanlışını gösterip doğrunun öğretildiği bir çevrede olduğunu hissetmesi değişen hayat dinamiklerine rağmen özgüveninin güçlü kalmasında çok önemlidir.
Aksi takdirde çocuğun iç dünyasında kendi değersizlik algısıyla ilgili büyük bir mücadelesi başlar ve ne yazık ki eğer bir çocuk değerlilik algısına yönelik duygusal beslenme kaynağı bulamazsa kendi başına değerli olduğunu hissedecek gücü de gösterememektedir. Bu yüzden de bu çocuklar kaygılı, özgüvensiz, dünyaya ve insanlara karşı öfkeli bir çocuk olarak büyümeyi içselleştirirler. Bir çocuğun bu durumu yaşamasındaki en büyük risk faktörü ise ebeveynlerinin tutumları olarak karşımıza çıkar. Özellikle narsist ebeveynlerle büyüyen çocuklar bu risk faktörünü doğrudan üzerinde hissederler.
Öncelikle narsizm doğuştan gelen ya da anne-baba olduktan sonra ortaya çıkan bir kavram değildir. Bir çocuğun içinde büyüdüğü dünyanın o çocuğa neler hissettirdiği ve bu hissettikleriyle baş edebilmesi için nasıl bir yol izlediği o çocuğun kişilik yapısını oluşturur.
Çocuk yetişkinliğe geçtiğinde ve artık bağımsız olarak ayaklarının üstünde durabildiğinde ise bu kişilik yapısı kemikleşir ve bu yapı artık kişinin karakteri haline dönüşür. Bu nedenle önce narsizmin tanımını tekrar yaparak, narsist kişilik özellikleri gösteren ebeveynlerin bu yapılarının çocuklarına olan tutumlarına nasıl yansıdığını anlamak daha kolay olacaktır.
Narsistik Kişilik Bozukluğu, kişinin sadece kendisinin önemli ve değerli olduğunu düşünerek, başkalarına karşı empati eksikliği yaşayan ancak bir başkasından ise sürekli kendisine karşı anlayış, onay ve hayranlık beslenmesini beklediği düşünsel bir bozukluktur. Bu nedenle narsist kişiler kendi benliklerine yönelik bu inançlarından kaynaklı olarak her zaman haklı ve özgüvenli bir duruş sergilerler. Bu davranışları dışarıya daha çok şu şekillerde yansımaktadır:
Narsist kişilerle ilgili yapılmış olan klinik çalışmalar incelendiğinde, bu kişilerin çocukluklarında maruz kaldıkları ebeveyn tutumlarından aşırı baskıcı, ilgisiz ve kayıtsız ebeveyn tutumları ile dengesiz ve kararsız ebeveyn tutumları karşımıza çıkarken, aynı zamanda aşırı izin verici ve tavizkâr ebeveyn tutumlarıyla büyüyen çocuklarda da narsizmin gelişebildiği görülmüştür.
Bu klinik çalışmalara göre olumsuz ebeveyn tutumlarına maruz kalan bu kişilerin çocukluklarında ebeveynleri tarafından büyük bir duygusal yalnızlık, değersizlik, ve ötelenme hissi yaşadıkları görülmektedir. Aşırı izin verici ebeveyn tutumuyla büyümüş olan narsist kişiler ise çocukluklarında kendi isteklerine hiç hayır sınırlarının getirilmemesi nedeniyle bu durumun onların tüm isteklerinde her zaman haklı oldukları algısının gelişmesine neden olduğu düşünülmektedir.
Böylece, bu kişiler çocukluklarından itibaren istek sınırlarını çizmeyi öğrenememektedirler. Bu nedenle karşısındaki kişiden neyi nasıl isteyeceğine dair bir sınırları yoktur. Bazen isteklerinin gerçekçi beklentilerle uyuşmaması nedeniyle karşılarındaki kişiler onların isteklerini yerine getiremedikleri zaman onların başarısız hissetmelerine neden olabilirler.
Aşırı haklılık ve bencil yaklaşımlardan ötürü empati kurma eksikliği de yaşadıklarında bu durum öncelikle kendi kurdukları ailede eş ve çocuklarla arasında büyük ilişkisel problemlere neden olmaktadır. Bu nedenle ebeveynleri yüzünden kendilerini kaygılı, değersiz, başarısız hisseden çocukların ebeveynlerinin kişilik yapılarıyla ilgili dikkat etmeleri gereken bazı duygusal, davranışsal ve ilişkisel özellikleri vardır.
Yazımızın en başında da bahsettiğimiz gibi çocuklar dünyaya geldiklerinde tüm dünyaları önce anne ve babasıyla olan ilişkisidir. Çünkü bu dünyaya neden geldiğini, bu dünyada ne işe yaradığını, bu dünyada neler yapabileceğini ve bu dünyada nasıl mutlu olabileceğini ebeveynlerinden öğrenirler.
Bu öğrenme süreci öyle hassas dinamikler içerir ki bu dinamikler çocuğa bu dünyada hiçbir işe yaramayacağını düşündürebildiği gibi tam tersine bu dünyada çok büyük işler başarabileceğini de düşündürtecek kadar kendisini olumlu veya olumsuz şekilde uç noktalarda etkileyebilmektedir. Ancak ilişkilerde bağlanma stilleriyle ve kişilik dinamiklerine göre olumsuz özellikler gösteren narsist ebeveynlerin büyüttüğü çocuklar maalesef ki bu olumsuzluktan etkilenmektedirler.
Narsist kişi büyüklenmeci tavırlarını, üstünlük kurma çabalarını ve empati yoksunluğuna dair tutumlarını önce partnerine göstereceği için beraber olduğu partnerini özgüven konusunda olumsuz etkiler. Bu durum ise o kişinin ebeveynlik becerilerini kullanmasını engeller. Yani narsist bir kişinin normal kişilik özellikleri gösteren birisiyle çocuk sahibi olması sonucunda çocuk ilişkiyi şöyle gözlemler: ‘‘Ebeveynlerimden biri üstün diğeri ise ondan daha aşağı.’’ Zamanla çocuk bu durumu; ‘‘Ebeveynlerimden biri hep haklı ve üstün, ben ve diğer aile üyelerim ise daha aşağı.’’ olarak geneller.
Çocuk yetişkin olma yolunda ilerlediğinde, eğer çocuğun gözlemleyebileceği ve deneyimleyebileceği daha sağlıklı ilişki modelleri olursa çocuk kendisinin ve diğer aile üyelerinin aşağı olmadığını anlamaya başlayabilir. Örneğin kendisini takdir eden bir öğretmenle kurduğu ilişki, kendisini seven bir arkadaş grubunda olması, kendisini iyi hissettiren ilişkiler kurabilmesi çocuğun özgüven gelişiminde narsist ebeveyninin olumsuz etkilerinden kurtulması için bir çıkış kapısı gibidir. Ancak çocuk bu sağlıklı ilişkileri deneyimleyemezse narsist ebeveynin gölgesinde kalabilmektedir.
Narsist ebeveynlerin empati kurma yoksunlukları çocuklarıyla sağlıklı bağlanma yaşamalarının önüne geçer. Çocuk ebeveyninin daha üstün, kendisinin ise daha zayıf ve aşağı olduğunu kabul etmek zorunda bırakıldığında, ebeveyniyle arasında kaygılı bağlanma stili gelişir. Bu bağlanma stili ise çocuğun yaşam boyu ‘‘duygusal açlık’’ çekmesine neden olabilir.
Narsist ebeveynler çocuklarını cezalandırırken sürekli maddi, manevi veya duygusal yönden onları mağdur bırakmakla tehdit edebildikleri için bu durum çocukta, ‘‘Ebeveynim beni bırakırsa ben kendi başıma ayaklarımın üzerinde duramam.’’ algısını geliştirebilmektedir. Bu yüzden bu çocuklar yetişkin dönemlerinde de partnerlerine karşı aşırı bağımlı olmaya eğilimli olabilirler.
Narsist kişilik bozukluğuna sahip bireyler için sosyal kabulleniş ve sosyal saygınlık çok önemlidir. Sosyal çevrelerinde hayranlıkla izlenen ve özenilen kişi olmak için o çevrede çok daha yumuşak başlı, sevecen ve neşeli bir kişiliğe bürünebilirler. Bu kişiler sosyal ortamlarda neşeli davranışlarda bulunurken başkalarının kendisine yönelik sempatik ya da özenilen bakışlarını üzerine çekebildiği için gerçekten mutludur.
Ancak bir çocuğun annesinin veya babasının evde kendisine bağırırken, kendisini eleştirirken sosyal ortamlarda bu kadar sakin ya da neşeli şekilde davranmasının gerçek nedenini anlaması neredeyse imkansızdır. Çünkü narsist ebeveynler sosyal ortamlardan geri çekilip eve geldiklerinde artık sosyal saygınlık ve hayranlık uyandırma beklentisi içinde olmazlar.
Evde büyüklenmeci ve eleştirel dilleri hakim olmaya başlar. Bu nedenle narsist ebeveynler evde çoğunlukla çocuklarını eleştirirken, gittikleri bir misafirlikte bir başkasının çocuğunun küçük başarılarını takdir eden, o diğer çocuğun başını okşayan, diğer çocuğu seven bir kişi görünümündedir.
Bu durum ise narsist ebeveynle büyüyen öz çocuğun kalbinde büyük bir yara açabilmektedir. Çünkü çocuk bu gözlemlediği durumlardan şu sonucu çıkartır: ‘‘Ben ne kadar iyi şeyler yaparsam yapayım ebeveynimin onayını, sevgisini, takdirini kazanamayacağım. Ama başka bir çocuk küçücük bir başarısıyla ebeveynimi mutlu edebiliyor. Demek ki ben yeteri kadar iyi değilim. Sevilmeyi hak eden biri değilim.’’
Narsist ebeveynlerle büyüyen çocukların bu gibi duygusal çıkarsamaları ise onların ileride içe dönük kişilik özellikleri göstermelerinde, özgüvensiz büyümelerinde, kaygılı birey olmalarında, kaygının neden olduğu tik bozukluklarında, obsesif-kompulsif düşüncelerde (takıntılar), tırnak yeme, saç-kaş-kıl koparma gibi davranış bozuklukları göstermelerinde, alkol, sigara, madde kullanımına yönelmelerinde, internet ve ekran bağımlılığı geliştirmelerinde, uyku ve yeme bozuklukları yaşamalarında ve bunun gibi birçok duygusal-davranışsal problemlerde tetikleyici rol oynamaktadır.
Narsist ebeveynlerin çocuklarında hissettirdikleri olumsuz duygular olumsuz davranışlar olarak dışarıya yansırken, çocukla yaşam boyunca sağlıklı ilişkiler kurulamadığında ve çocuğa sağlıklı sosyal destek sağlanamadığında bu olumsuz düşünceler yetişkinlikte de devam edebilmektedir.
Narsist ebeveynlerin sürekli eleştirel bir dili oldukları için bu ebeveynlerle büyüyen çocuklar neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt edememeye başlarlar. Bu nedenle sürekli olarak içlerinde bir şüphe duygusu vardır ve ellerinden gelenin en iyisini de yapsalar, yaptıklarının gerçekten iyi olduğuna kendileri de ikna olamazlar. Bu yüzden bu çocuklar, ebeveyninin kendisine kızmaması, kendisini cezalandırmaması ve aile içinde bir gerginlik olmaması için sürekli ebeveynini memnun etmeye çalışırlar.
Bu süreçte çocuk kendi istek ve ihtiyaçlarına değil, sadece ebeveyninin istek ve ihtiyaçlarına odaklanır. Ebeveynini düşünmeden kendi başına bağımsız karar almak bu çocuklar için neredeyse imkansız görünümündedir. Bu yüzden de bu çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında ve kendi ayaklarının üzerinde durmak zorunda kaldıklarında bağımsız karar alma ile bağımsız hareket etme konusunda kendilerini güvensiz, kararsız ve çekingen hissedebilirler.
Bu çocuklar, hep kendilerinin hataları gösterilerek büyütüldükleri için sürekli suçlanmaya alışmışlardır. Bu nedenle özellikle toplum içinde baskın karakterli insanların karşısında kendini ifade etmede çekingen veya sessiz kalabilirler.
Olumsuz bir olay karşısında sadece kendilerini suçlu görürler. Hatta başlarına gelmiş olan olumsuz bir olayda kendilerinin hiçbir rolü olmamasına rağmen ‘‘Ben akıl etseydim, ben orada olsaydım, ben şunu fark edebilseydim…..böyle olmazdı…’’ diye kendilerini suçlayabilirler. Zihinlerinin içinde sürekli kendilerini yargılayan eleştirel bir ses vardır ve bu nedenle kendilerine karşı öz sevgi, öz şefkat, öz saygı ve öz kabul algıları zayıf düzeyde olabilir.
Sürekli narsist ebeveynine karşı ‘‘Evet’’ demek zorunda bırakılarak büyümüş bir çocuk için yetişkinlik döneminde de yaşadığı ilişkilerinde ‘‘Hayır’’ demek çok zor olabilir. Bu nedenle hayır demekte zorlanan bu kişiler ilişkilerde ciddi boyutta sınır problemleri yaşarlar. Bu durum ise bu kişilerin yetişkinliklerinde manipülasyonlara açık hale gelmelerine neden olabilir.
Çocukluğunda sadece ebeveynini memnun ettiğinde memnuniyet hissedebilen bir çocuk, yetişkinliğinde de hep başkalarını memnun ederek memnun olabileceğini içselleştirebilir. Bu nedenle bu çocuklar yetişkinliklerinde fedakarlık yapmak ile kendini feda etmeyi birbirine kolayca karıştırabilirler.
Özellikle bu çocuklar, narsist biriyle evli olan diğer ebeveyninin evliliğini sürdürmesi için kendi bireysel haklarından vazgeçerek kendini feda ettiğini gördüğünde o ebeveynini de model alabilmektedir. Ancak bu durumda çocukluğundan yetişkinliğe ve yetişkinlikten de yaşamının sonuna kadar kendini feda ederek yani kendini yok sayarak başkalarının isteklerini yapmaya yönelik bir kısır döngünün içinde yaşamaya devam etmeye çalışırlar.
Narsist kişiler, bulundukları ortamlarda karşısındaki kişiyi manipüle etmeye, bazen de olayları çarpıtarak anlatmaya çok yatkın kişilerdir. Özellikle kendi hatalarının ön plana çıktığı durumlarda diğer kişinin olayları yanlış anladığını, kendisine haksızlık ettiğini, asıl mağdurun kendisi olduğunu inandıracak kadar olayları çarpıtabilir.
Her zaman kendisinin haklı olduğuna inanan bir narsist için çarpıtarak anlattığı olaylara inanmak da zor değildir. Bu yüzden bir narsistle tartışmaya girdiğinizde savunduğunuz olayların öyle olmadığına bir süre sonra sizi ikna edebilir. Sorunun sizin yanlış anlamalarınızdan, alınganlığınızdan ya da olayı yanlış hatırlamanızdan kaynaklı olduğuna sizi de inandırabilir.
Aslında böyle durumlarda narsist insan özelliğine sahip bu kişiler karşısındaki kişiye gaslighting yapmaktadırlar. Narsist insan özellikleri arasında yer alan gaslighting, uzun yıllar boyunca gerçeği çarpıtarak sizin hafızanıza veya muhakeme etme ve anlama becerilerinize olan güveninizin kırılmasını sağlarlar. Bu durum karşısında sağlıklı kişi, kendisinin bir algılama problemi olmamasına rağmen olayları doğru anlayıp anlayamadığına dair kendinden şüphe duymaya başlar.
Bir çocuk, dünyaya geldiği andan itibaren bu dünyayla baş edebileceğine dair kendine güven becerilerini kazanmayı ister. Ancak dünyanın temsili olan o ailede kendisine güven duymayı örseleyen bir narsist ebeveyn var ise çocuğun psiko-sosyal gelişiminde birçok şey aksamaya başlar.
Bu süreçte ebeveyninizin narsist olduğunu farkettiğinizde dikkat etmeniz gereken bazı önemli durumlar vardır. Bunları aşağıda şu şekilde sıralayabiliriz:
Narsist bir ebeveyn sürekli olarak size kendinizi yetersiz ve eksik hissetirebileceği için bu süreçte önce önüne geçmek gereken ilk şey ‘‘Ben başarısız, işe yaramaz, sürekli hata yapan bir insanım.’’ gibi kişinin kendi kendine yönelik yaptığı etiketlemelerdir.
Çünkü hiçbir insan dünyaya başarısız olarak gelmez. Hatta her insan genetik mirasıyla, doğuştan getirdiği mizaç özellikleriyle, ileride keşfedeceği ilgi alanları ve yeteneklerle mutlaka bir görev için dünyada vardır ve bu değişmez bir gerçektir. Bu nedenle sizi doğru tanıyamayan ebeveyninize karşı siz kendi kendinizi doğru tanımaya çalışmalısınız. Böylece size atfedilen gerçek başarı ve gerçek başarısızlık sınırlarınızı ayırt etmek daha kolay olacaktır.
Her birey anne rahmine düştüğü andan itibaren önce ebeveynine bağlanır. Daha sonra ise ebeveynlerinden ayrışır ve kendi bireyselliğini birey olma haklarını bilerek yaşar. Ancak ebeveyn ve çocuk arasında sağlıklı bir ayrışmanın olabilmesi için önce sağlıklı bir bağlanmanın olması gerekir. Sağlıklı bağlanma süreçleri ebeveyn tarafından çocuğa hissettirilen sevgi, saygı, değer, şefkat, kabul duygularına dayanır.
Çocuk kendisine sevgi duyuldukça; ‘‘Ben bu dünyada sevilebilirim.’’ diye düşünür. Çocuk kendisine saygı duyuldukça; ‘‘Ben de bu dünyada bir bireyim. Düşüncelerim ve yaptıklarımın bir önemi var. İyi şeyler yaptıkça saygı duyulabilirim.’’ diye düşünür. Çocuk kendisine değer gösterildiğinde; ‘‘Benim varlığım değerli. Ben değerliyim. Öyleyse ben değer görebilen biriyim.’’ diye düşünür.
Çocuk kendisine karşı şefkat gösterildikçe; ‘‘Yanlış yaptığımda doğruyu öğrenirken kendimi yargılamak yerine kendime şefkat gösterebilirim. Bazen yanlışlar yapsam da bunu düzeltebilirim. Her insanın hata yapabileceği gibi ben de hata yapabilir ve hatalarımı düzeltebilirim.’’ diye zor zamanlarında da kendi kendini rahatlatmayı, kendinden küçük ve zayıf olan her şeye şefkat göstermeyi, birisi hata yaptığında gözlemleyip gerektiğinde sabırlı ve tahammüllü yaklaşmayı öğrenebilir.
Çocuk sadece kabul gördüğünde ‘‘Ben boyumla, kilomla, tüm fiziksel özelliklerimle, yaptıklarımla ve yapamadıklarıma, başardıklarımla ve başaramadıklarımla, doğrularımla ve yanlışlarımla var olan ve kabul edilen biriyim.’’ olarak düşünebilir. Böylece sağlıklı bağlanma sonrasında çocuk sosyal çevresinden de kendisine bu değerleri sağlıklı şekilde aktaracak kişilerle ilişkiler kurmaya başlar. Çocuk bu ilişkileri arkadaşlarıyla, öğretmeniyle, apartman komşusuyla, akrabalarıyla kurabilir. Bu sayede çocuk yaşamda mutlu, özgüvenli, sosyal, kendisiyle barışık, çevreyi, doğayı, hayvanları severek başarılı bir yaşam sürebilir.
Ancak ebeveynlerin çocuğa aktarması gereken temel bağlanma değerlerini sağlıklı şekilde çocuğa aktaramadıkları zaman çocuk, kendisi de sosyal çevresine bu değerleri yanlış ve sağlıksız aktarır. Çünkü çocuk ebeveynlerinden ne öğrendiyse onu uygulaması gerektiğini düşünür. Bu durumda ise çocuk ayrışma dönemindeki sağlıksız aktarımlarını ‘‘Ben değersizim. Ben hata yaptığımda eleştirilmesi gereken kişiyim. Benim isteklerimin bir önemi yok. İnsanların bana, benim de insanlara saygı duymama gerek yok.’’ gibi düşüncelerle yansıtarak kendisine karşı güvensiz, dünyaya karşı karamsar ve sosyal ilişkilerde de uyumsuz bir yetişkine dönüşebilir.
Bu nedenle ebeveynler sağlıklı bağlanma değerlerini doğru şekilde çocuğa aktaramadığında, birey kaç yaşında olursa olsun her zaman kendisine karşı özsaygı, özsevgi, özkabul ve özşefkat değerlerini güçlü tutmak için destek almaya ihtiyaç duyar.
Her çocuk ebeveyninin neden böyle davrandığını anlamaya çalışırken suçu kendisinde, onunla evlenen diğer ebeveyninde ya da kendisine karşı sert davranan narsist ebeveyninde arayabilir. Ancak bu durum kişinin tüm olayları mağdur ve zalim ilişkisi döngüsünde tanımlamasına neden olur.
Bazı durumlarda ise mağduriyet kurban rolüne doğru kayabilirken zalim olarak düşünülen narsist kişi ise acımasız bir cezalandırıcı olarak görülmeye başlanabilir. Ancak olayların bu şekilde yorumlanması kişiye duygusal yönden ciddi şekilde zarar verebilmektedir. Bu nedenle ilişki döngüsünden çıkıp, ebeveynin kişilik özelliklerinin narsizm ile ne kadar örtüştüğünü anlamak çok önemlidir.
Narsizmin doğasında var olan haklılık ve büyüklenmecilik durumlarından dolayı, narsist kişiler ilişkilerinde yaşadıkları problemlerde asla kendilerini haksız görmedikleri ve empati becerileri gelişmediği için karşısındaki kişiye nasıl bir duygusal yük yüklediklerini fark edemezler. Bu yüzden de genellikle kendi başlarına karar alıp tedavi olmaya yanaşmazlar.
Bu durumdan dolayı narsist birey tedavi olmaya yanaşmadığında onu tedavi etmek yerine, narsistin etkilediği çocukların veya yetişkinlerin zarar görmesini önlemek birinci sırada yer alır. Çünkü bir narsist ancak kendisi isterse tedavi olabilir. Ancak bir narsistin de kendi rızasıyla tedavi olmayı kabul etmesi durumu yapılan klinik çalışmalara göre çok az rastlanılan bir durumdur. Bu yüzden narsist bir ebeveynle büyüyen kişi narsizmi tanıdığında aslında sorunun sadece kendisinde olmadığını görerek kendi kişilik dinamiklerini ve narsistle olan ilişkisinden yara almış duygusal-düşüncesel süreçlerini terapi desteği ile tekrar yapılandırarak onarabilir.
Ebeveyn-çocuk ilişkisinde yolunda gitmeyen birtakım sorunlar ortaya çıkmaya başladığında bunun adını koymayı beklemeden mutlaka destek alınması gereklidir. Çünkü bir çocuk, ebeveyninin narsist olduğunu anlayana kadar çok uzun yıllar geçebilir. Bu yüzden çocuk, ergen, yetişkin fark etmeksizin ebeveyniyle olan ilişkilerinde çözülemeyen kısır döngü problemler olduğunda durumun anlaşılması ve erken tedbir alınması için psikolojik destek alınmaya gelinmesi çok önemlidir.
Mutlu Yaşam Psikolojik Danışmanlık Merkezi Ailesinde yer alan psikologlarımız narsist kişilerle ve onların çocukları, eşleri ya da diğer aile üyeleriyle de çalışabilme konusunda tecrübelidir. Bu süreçte çocuklar için çocuğun yaş grubuna bağlı olarak bilişsel-davranışçı terapi, çocuk merkezci terapi, kum havuzu terapisi, Theraplay oyun terapisi uygulanabilirken, ergen ve yetişkinler için Şema Terapi, EMDR terapisi, Bilişsel-Davranışçı Terapi ekollerinden yararlanılarak çalışılmaktadır.
Tüm çocukların yüzünün gülmesi ve sağlıklı nesiller büyütebilmek dileğiyle ☺
Önceki yazımıza https://mutluyasam.com.tr/erken-cocuklukta-ekran-kullanimi/ linkinden ulaşabilirsiniz.
İçerikler