Adres
Cumhuriyet Mah. Dekanlar Sok. No:2 D:1 Süleymanpaşa-TEKİRDAĞ
Danışan Destek Hattı
0850 307 57 22
Adres
Cumhuriyet Mah. Dekanlar Sok. No:2 D:1 Süleymanpaşa-TEKİRDAĞ
Danışan Destek Hattı
0850 307 57 22
Yüzyıllardır başımıza gelmesinden korktuğumuz bazı hastalıklar vardır. Bu hastalıklar kişinin zihninde acı, ızdırap, ölüm, kayıp, engellenmişlik ve çaresizlik hisleriyle bütünleşerek hiç kimsenin yaşamak istemediği süreçleri içerebilir. Bu nedenle uzun süreli, zahmetli ve çok yoğun tedavi altında olmayı gerektiren hastalıklardan doğal olarak hepimiz kaçınırız.
Elbette kaçındığımız bu hastalıkların başında hangi hastalığın geldiğini sizler de tahmin etmiş olabilirsiniz.
KANSER…
Peki kanser aslında fizyolojik kökenli bir hastalıkken ve yoğun tıbbi müdahaleler gerektirirken psikolojik yönden nasıl ele almamız gerekir?
İşte bu sorunun cevabına geçmeden önce kanseri iyice bilmek ve tanımak daha iyi olacaktır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre kanser, anormal hücrelerin normal sınırların ötesinde büyümesi sonucunda kitle halinde bulunduğu bölgeyi istila eden ve daha sonra ortaya çıktığı bölgenin bitişik kısımlarına ya da başka organlara yayılım gösterebilen geniş bir hastalık grubunu tanımlamak için kullanılan tıbbi terimdir.
Yapılan tüm araştırmalar kanserin hücrelerde başladığını göstermektedir.
Tüm vücut sistemimizin içinde neredeyse mükemmel çalışan bir hücre bölünmesi vardır. Böylece hücreler bölünerek dokuları, dokular birleşerek organları, organlar ise tüm insan bedenini oluşturur.
Ancak hepimizin vücudunda her zaman hücre bölünmesi sırasında yanlış ve hatalı bölünmeler de gerçekleşebilmektedir. Bu durumda ise bağışıklık sistemimizde bulunan bazı savunma hücrelerimiz hatalı bölünen hücreleri fark ederek bu yanlış bölünmüş hücreleri yok etmektedirler. Buna rağmen bazı durumlarda bağışıklık sistemi birçok farklı sebepten dolayı hatalı bölünen hücreleri durduramaz ve kontrolsüz hücre bölünmesi devam eder.
Kontrolsüz hücre bölünmesi yüzünden ise hücreler hatalı bölünerek çoğalır. Bu nedenle kontrolsüzce çoğalan hatalı hücreler kitle, yığın ya da tümör olarak bulunduğu bölgeyi istila eder. En sonunda ise bağışıklık sisteminin durduramadığı bu hatalı hücre bölünmesi vücutta kanser tanısını alarak isim bulur.
Kanser hastalığıyla baş edebilmek için kanser tanımını doğru şekilde öğrenmek ve bu tanıma bağlı olarak çoğu zaman bu hastalığın baş edilebilir bir hastalık olduğunu bilmek çok önemlidir. Ancak günümüzde kanserin ne olduğunu bilmeden neden olduğunu anlamaya çalışarak hem hastalarda hem de hasta yakınlarında çaresizlik, öfke veya umutsuzluk duygularını arttıran tutumların olduğu görülmektedir. Bu tutumlar ise hastanın içinde bulunduğu durumu daha fazla çıkmaza ve çözümsüzlüğe götürür. Bu süreçte en yaygın ortaya çıkan düşünce kalıplarından biri ise “Çok üzüldü, çok stres yaşadı. Bu yüzden kanser oldu.” yargısı olur.
Yapılan araştırmalara göre stres doğrudan kansere neden olmazken, stres yüzünden geliştirilen yanlış alışkanlıkların uzun süreli olumsuz etkilerine maruz kalmak kanserin ortaya çıkmasında tetikleyici olmaktadır.
Örneğin yoğun stres altındaki kişiler, stresle baş edebilmek için sigara içmek, aşırı yemek yemek, sağlıksız beslenmek, uykusuz kalarak vücudun direncini düşürmek gibi sağlıksız alışkanlıklar edinebilirler. İşte stres nedeniyle ortaya çıkan tüm bu sağlıksız alışkanlıkların kanser hücrelerinin oluşmasında tetikleyici rolü olduğu bilinmektedir.
Bir başka örnekle açıklayacak olursak stres nedeniyle her gün 1 paket sigara içen bir insan vücuduna çok yoğun düzeyde zehirli madde almış olur. Yapılan araştırma sonuçları ise başta nikotin olmak üzere sigaranın içerisinde bulunan tüm kimyasal maddelerin sağlıklı hücre yapısının bozulmasında büyük rolü olduğunu göstermektedir. Bu yüzden stres kişiye sigara içme alışkanlığı kazandırarak kişinin nikotin bağımlısı olmasına ve nikotinin de vücudun sağlıklı hücre yapısını bozmasında rol oynayarak dolaylı yoldan kansere davetiye çıkarmasına neden olduğunu söyleyebiliriz.
Yani stres doğrudan olmasa da dolaylı olarak kansere neden olabilmektedir.
Kanser her ne kadar adıyla ve tedavi süreciyle kişiyi ürperten bir hastalık olarak görülse de aslında her kanser kişinin kendi bedenine özgü bir biçimde ilerlemekte ve tedavi edilmektedir. Bu yüzden kanser herkes için farklı anlamlar taşırken hastanın kanser tedavisine verdiği tepkileri de farklı olabilir.
Tedavi süreci içerisinde kimi hasta daha kabullenici ve tedaviye uyumlu davranırken, kimi hasta daha kaderci, ölümün yaklaştığını düşünen ve depresif tutumlu olabilmektedir.
Hastalarda görülen tüm bu davranış farklılıkları kanserin hasta için nasıl algılandığına bağlı olarak değişir. Ancak tüm bu algısal süreçler kişinin içinde büyüdüğü kültüre, kanserin türüne, kanserin ortaya çıktığı bölgeye, kanserin evresine, çeşidine, tedavi seçeneklerine ya da tedavinin yan etkilerine göre işlemektedir.
Bu yüzden kanser tedavisi hem hasta için hem de hasta yakınları için psikolojik dayanıklılık gerektiren bir süreci kapsadığından kanser hastalarının tedavi süreçlerinin içine psikolojik destek programlarının da eklenmesinin gerekli olduğu düşünülmüştür. Böylece onkoloji alanıyla iş birliği içinde olan ve bilimsel çalışmalara dayandırılan psiko-onkoloji bölümü ortaya çıkmıştır.
Kanser sadece kanser hastalarını etkileyen bir hastalık değildir. Kanserin kişide hissettirdiği korku, endişe, belirsizlik ve stres aynı zamanda hasta yakınlarına hatta tedavi ekibine bile bulaşabilecek güçtedir. Kanserin kendisi bulaşıcı olmasa bile kanserle ilişkili olarak hissedilen tüm duygular yakın ilişki içerisinde olan kişilere düşüncesel ve duygusal olarak bulaşabilmektedir. Kanser tedavi süreci de tedavi ekibi, hasta yakınları ve hasta arasında uzun soluklu ve birlikte göğüslenen bir mücadele sürecini içerir. İşte tam bu noktada psiko-onkoloji alanının çalışmaları ve desteği süreç içerisinde önemli bir rol oynamaktadır.
Kanserin kanser hastalarının, onların ailelerinin, aile yakınlarının, tedavi ekibinin üzerinde oluşturduğu psikolojik etkiyi araştıran ve bu sürecin içerisinde duran kişilere doğru psikolojik desteği sağlayan bilim dalına psiko-onkoloji denir.
Kanser çalışmaları uzun yıllardır devam eden çok geniş kapsamlı bir araştırma sürecini içerisine almaktadır. Yaşam stilinden kullanılan ilaçlara, genetik faktörlerden kişinin beslenme alışkanlıklarına kadar her açıdan ele alınan tedavi süreci bu yüzden çok geniş bir alana yayılmış bulunmaktadır.
İlaç ve ışın tedavisi, genetik faktörler ve beslenme alışkanlıklarıyla ilgili yapılan araştırmalar kanser tedavisine yönelik büyük katkı sağlayacak bulgulara imza atarken 2008 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan raporda ise psiko-onkoloji desteğinin kanser tedavisinin bir parçası olması gerektiği vurgulanmıştır. Bu yüzden psiko-onkoloji bölümü, onkoloji bölümü ile aynı vizyonu benimseyerek onkoloji bölümünün içinde hasta ve hasta yakınlarına psiko-sosyal destek yöntemlerini uygulayan bir bilim dalı olarak anılmaktadır.
Kanser tedavisi, uygulanılan tedavi yöntemleri nedeniyle kişinin eski yaşantısındaki hareketlilik, beslenme, uyku düzeni ve günlük yaşam alışkanlıklarını bırakması ya da değiştirmesi gereken bir süreci içermektedir. Bu nedenle hastanın günlük yaşamında yapması gereken değişiklikler bazen hasta için engellenmişlik, kısıtlanmışlık, özgür olamamak gibi daha büyük anlamlar taşır.
Bu anlamlar hastada hayattan keyif alamama, moralsizlik, depresyon veya kaygı bozukluğu gibi belirtilerin görülmesine neden olur. Böyle zamanlarda ise hastanın zihni düşünce çarpıtmalarıyla dolarak bundan sonra hiçbir zaman hayattan keyif alamayacağına yönelik düşünceler hastanın tüm sıkıntılı zamanlarını bütün ömrüne genellemesinde çarpıtıcı rol oynamaktadır. İşte tam da bu noktada hastanın psiko-sosyal uyum becerilerinde bozulma olur.
Psiko-sosyal uyum becerileri ise günlük hayatı yaşamamız gerektiği normal sınırlarda normal davranışlarla yaşamak anlamına gelir. Ancak bu normal kavramı içinde bulunduğumuz koşullara göre değişkenlik gösterir. Örneğin sağlıklı bir yetişkin için her gün saat 8.00’de kalkıp işe gitmek normalken, kanser tedavisi gören bir hasta için her gün doktorun önerdiği beslenme programına ve dinlenme sürecine dikkat ederek ilaçlarını doğru zamanda doğru şekilde almak normaldir.
İşte psiko-sosyal uyum becerileri bozulduğunda nasıl ki sağlıklı bir yetişkin işine devam edemezse kanser hastası da aynı şekilde tedavinin gerektirdiklerine bağlı kalamaz ve tedavi sürecinde bilişsel olarak kendisini iyileşmeye kapatabilir. Bu durum kanser hastalarında çok sık gözlemlenebilen bir durumdur ve kanser tedavisinin herhangi bir sürecinde karşımıza çıkabilir. Elbette her kanser hastası için bu dediklerimiz genellenemese de yapılan araştırma sonuçları hastaların çoğunluğunda zaman zaman psiko-sosyal uyum becerilerinde bozulma olduğunu göstermektedir.
Psiko-onkoloji desteğinde amaç, kanser hastasının tedavi süreci boyunca psiko-sosyal uyum becerilerini desteklemek ve hastalığın beraberinde getirdiği olumsuz duygu-düşünce halleriyle baş etme becerilerini güçlendirmektedir. Bu yüzden psiko-onkoloji desteği kişinin kanser tanısı aldığı an başlamalı ve tedavi süresince devam ettirilmelidir.
Bu destek programının içine çoğu zaman hastanın aile yakınlarını da (eşini, çocuklarını, anne-babasını, kardeşini vs.) katmak gerekebilir. Çünkü duyguların bulaşıcı özellikleri vardır ve tedavi sürecine bağlı olarak aile üyelerinden birinde görülen olumsuz duygular o kişi tarafından gizlenmeye çalışılsa da bilinçaltının düşünce ve davranışlara sızan yansımalarıyla tedavi sürecinde olumsuz bir şekilde açığa çıkabilmektedir.
Bu süreçte psiko-onkoloji desteği kişiye mutlu olmayı veya hep pozitif düşünmeyi öğretmez. Ama yaşamda krizi fırsata çevirmeyi ve tedavi sürecinin getirdiği olumsuzluklara rağmen hasta ile hasta yakınlarına psikolojik süreci sağlıklı şekilde yönetebilmeyi öğretir.
Her insan yaşamını daha mutlu devam ettirebilmek için öncelikle sağlıklı olmaya ihtiyaç duyar.
Ama herkes hayatında yaşadığı küçük çaplı ya da büyük çaplı rahatsızlıkların getirdiği ağrıların ve davranışsal kısıtlanmaların kişiye mutsuzluk verdiğini deneyimlemiştir. Bu mutsuzluğun geçmesini sağlatan durum ise tedavi sonrasında hastalığın geçici olduğunu bilme umududur.
Bu yüzden kanser, sadece bir hastalık adı ve sağlığın bozulması olarak yorumlandığında elbette ki hiçbirimiz bu hastalık haberini iyi bir ruh haliyle karşılayamayız. Bu nedenle kanser haberi hayatta aldığımız kötü haberlerden birine dönüşüverir.
Eğer zihnimiz kanser tanısını öğrendikten sonra bu tanıya yüklenen kötü tanımlara vurgu yaparsa o zaman kötü haber kötü duygu durum halini ortaya çıkarabilmektedir. Çünkü kötü haber umudu yok eden, fiziksel ve ruhsal iyiliği tehdit eden, yaşam enerjisini aşağı çeken ve günlük yaşam alışkanlıklarını alt üst eden güce sahiptir. Ancak zihnimiz, kötü haberin düşünce çarpıtmalarımız tarafından felaketleştirilmesinin önüne geçecek çözüm yollarına vurgu yaparsa o zaman kanser kötü haber olmaktan çıkıp baş edilebilir bir habere dönüşmektedir.
Yani hasta, kanser tanısını öğrendikten sonra hastalıkla ilgili doğru bilgileri edinerek, tedavi yöntemleri hakkında geniş bilgi sahibi olarak, tedavi sonrasında iyileşme sürecine odaklanarak kötü haberin yıkıcı etkilerini baş edilebilir boyuta dönüştürme gücüne sahip olabilir. Bu yüzden kanser ilk başta kötü bir haber olarak anılsa da sonrasında zihnin bu haberi hangi açıdan işlediğine bağlı olarak değişkenlik gösterebilir.
‘‘Kanser tanısı almış kişilere kanser olduğu söylenmeli midir?” sorusu dünya genelinde cevap aranan ve hastanın psikolojisi üzerinde çok önemli rol oynayan bir sorudur.
Bu yüzden bu sorunun cevabını bulmak için Türkiye’de dahil olmak üzere Lübnan, Pakistan, İran ve Çin gibi birçok ülkede psiko-sosyal araştırmalar yapılmış ve hastalara “Bu haberi nasıl almak isterdiniz?” diye sorulmuştur. Bu sorunun cevabı hem kültürel yapıya bağlı olan düşünce kalıplarına hem de dini inançlara göre değişkenlik gösterse de çoğunluğun verdiği cevap bu haberin kendilerine söylenmesinden yana olmuştur. Yani araştırma sonuçları kanser tanısı almış kişilere kanser tanısının söylenmesi gerektiği ve hastaların da aslında bunu bilmek istediklerini ortaya koymuştur.
Bunun üzerine ise tekrardan araştırılması gereken başka bir konunun başka bir sorusu ortaya çıkmıştır. Bu soru ise şudur:
Bir hastaya kanser olduğu haberini vermek “Siz kansersiniz!” demenin ötesinde önemli bir iletişim sürecini kapsamaktadır. Bu yüzden hastayla kanser olduğu haberini paylaşırken temel iletişim becerilerini çok doğru kullanmak gerekir. Çünkü hastaya verilecek olan haber, onun sağlığını ve onun yaşamını ilgilendirdiği için ciddi bir hassasiyet taşımaktadır. Böyle ciddi hassasiyet taşıyan haberin ilk olarak konuya her yönüyle hakim olan bilgili kişi yani hastanın kendi onkoloji doktoru tarafından verilmesi gerekir.
Hasta ve hasta yakını süreç içerisinde ne yapmaları gerektiğine dair daha detaylı bilgi almak için doktorun önerdiği bir psiko-onkologla ya da bu alanda yeterli bilgisi olan bir psikologla görüşebilir.
Bu süreçte hastanın içinde bulunduğu psikolojik durumun hassasiyetini bilen bir psiko-onkoloğun ya da uzman psikoloğun kanser süreciyle ilgili detayları konuşabilmek için dikkat ettiği öncelikleri vardır.
Bu haberi ve sürecin öngörülebilen getirilerini konuşabilmek için psiko-onkolog veya uzman psikolog;
Kanser hastalığı çoğu zaman soğuk algınlığı geçirir gibi ya da bir kasın zorlandığı için ağrı duyulması, sanki küçük bir yağ bezesinin ele gelmesi veya başka bir şeyden kaynaklı ortaya çıkan hastalıklar gibi belirtiler verebilir. Bu yüzden neredeyse herkes kendisine kanser teşhisi konulacağını hiç aklına getirmeden doktora muayene olmaya gider. Bu nedenle her hasta muayene olduktan sonra ve yapılan tetkikler neticesinde doktordan daha çabuk tedavi edilebilir basit bir rahatsızlığa sahip olduğunu duymayı bekler.
Bu beklentinin tersine hastanın kanser olduğunu öğrenmesi, hasta için ani gelişen bir durum olduğundan kanser tanısı sonrasında hastaların duygusal olarak içinden geçtiği farklı tepkisel dönemler olabilmektedir. Hastanın duygu durum takibine yönelik yapılan gözlem çalışmalarına göre bu tepkisel süreç 6 evreye ayrılır.
Kanser olduğunu öğrenmek, kişi için ani gelişen bir durumdur. Bu yüzden hastanın kanser olduğunu öğrendikten sonra verdiği ilk tepkiler şok evresi içerisinde verilmiş tepkiler açıklanır.
Şok hali; ani gelişmiş bir olay üzerine artan yoğun kaygı, korku ve stresle baş edebilmek için vücudun verdiği donakalma hali olarak tanımlanır. Kişinin kanser olduğunu öğrendikten sonra duyduklarına inanamama durumu da şok evresinde verilen tepkilerden biri olarak kabul edilmektedir.
Kişinin başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetmesi, dili tutulmuş gibi hissederek bir süre konuşamama hali, doktorun söyledikleri karşısında tepkisiz bir şekilde doktora bakakalma hali, hissiz bir şekilde durma, kulakların uğuldaması ve kulak uğultusu nedeniyle konuşulanları tam anlayamama hali şok evresi içerisinde vücudun verebileceği tepkilerden bazılarıdır.
Şok evresi kişisel bir süreci içerir. Bazı kişiler şok evresini birkaç saatte atlatabilirken bazı kişiler için şok evresi birkaç gün, birkaç hafta ya da birkaç ay sürebilmektedir.
Ancak kanser tanısı aldığını yeni öğrenen bir kişinin şok hali karşısında kişiye öncelikle zaman tanınmalıdır. Bir an önce kişiye durumu kabul ettirmek yerine kişiye sabırlı ve sakin davranmak, şimdi ve şu anda yapılabileceklerle ilgili konuşmak ve tedavi seçeneklerini açıklayıcı bir dille anlatarak kanser sürecini hastanın gözünde baş edilebilir bir durum haline getirmeye dikkat etmek gerekir.
Kanser tanısı almış kişilerin şoku atlattıktan sonra hastalığın başına gelmiş olması durumunu kısmen veya tamamen reddetmesi ya da yok sayması durumudur.
Bu evrede hasta kendini iyi hissettiğini söyleyerek kanser olmadığını kendisine ve çevresine ispat etmeye çalışma, tahlil ve tetkik sonuçlarını alarak doktor doktor gezme, raporların yanlış olduğunu iddia etme, tahlil sonuçlarının laboratuvar hatası olduğunu söyleme gibi tepkiler gösterebilmektedir.
Hasta bir şeylerin eskisinden farklı olduğunu anladığı an yıkıcı boyutta ortaya çıkan öfke duygusunun yaşandığı evredir.
Neden ben?
Ben ne günah işledim de Allah beni cezalandırıyor?
Dünyada bu kadar kötü kalpli insan varken neden benim başıma geldi?
Ben bütün kul görevlerimi yerine getirdim. Allah neden bu ızdırabı bana yaşatıyor?
gibi sorularla hasta öfkesini kadere, Allah’a, aile yakınlarına ya da tedavi ekibine yansıtabilmektedir.
Hastanın kanser tanısı sonrasında başına gelmesinden korktuğu her şey hakkında Allah ile ya da doktorla pazarlık anlaşmasına benzer cümleleri kurmaya başladığı evredir. Aslında bu evre hastanın içsel bir anlaşma sürecini kapsar ve ölümü, tedavi için olası bir uzuv veya organ kaybını ya da zor günleri yaşamayı ertelemeyi amaçlar.
Örneğin “Çocuğumun büyüdüğünü göreyim de öyle öleyim.” cümlesi bir kanser hastasının içinden Allah ile yapmaya çalıştığı bir pazarlık anlaşması gibidir.
Hastanın bu evrede pazarlık sözleri dini inanç yönünden yargılanmaz ve kişinin içinde bulunduğu dönemden dolayı başka kişiler tarafından da dini yönden yargılanılması önerilmez.
Örneğin “Allah’ın işine karışılmaz. Allah işini bilir ona ne yapacağını kul söyleyemez.” gibi dini inançların getirdiği düşünceler bu dönemde hastaya empoze edilmeye çalışılmamalıdır. Çünkü pazarlık evresi hastanın tedavi için çabaladığı, sağlığına kavuşmak için mücadele etmeye dair kendine anlamlı bir amaç edindiği evre görevini de taşımaktadır. Bu süreçte hasta çocuğunu büyütmeden ölmeyeceğine inanarak tedavi olmak için tedavi ekibiyle daha uyumlu davranışlar içine girebilmektedir.
Duygusal sürecini daha iyi yöneterek hastalığı baş edebilir bir boyuta indirgeyebilir. Bu yüzden pazarlık evresi aslında tedavide uyumu arttıran bir süreçtir ve hasta iyileşmek için çaba gösterir.
Depresyon evresi kanser tedavisinin belirli aşamalarında kendini gösteren bir evre olarak karşımıza gelir. Bu evre içerisinde hasta hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak kendini çökkün hisseder.
Tedavi sürecinde hastanın özellikle kayıp olarak yaşadığı her şey depresyon düzeyinin artmasında büyük rol oynamaktadır. Bu kayıplar hastanın tedavisi için mecbur kalınmış bir uzuv kaybı, organ kaybı, maddi kayıp, iş kaybı olabilmektedir. Bu kayıpların yanı sıra aile ve sevdiklerinden uzak kalmak, eski yaşam alışkanlıklarından uzak kalmak, evinden uzak kalmak, bazen yaşadığı şehirden hatta ülkesinden uzak kalmak, çocuklarından uzak kalmak da çok yoğun özlem, yalnızlık ve yetersizlik hislerini tetiklediği için depresyonun artmasında etkili rol oynamaktadır.
Hastanın kanser olduğu ile ilgili gerçeği tamamen kabullendiği ve bu süreçle yüzleşerek tüm ruhsal gücünü yeniden yaşama yönelttiği bir dönemdir. Hasta bu dönemde hastalıkla nasıl yaşanacağını öğrenerek hayatında tekrar bir denge kurar. Hasta bu süreçle ilgili olumsuz duygularını da bastırmadan rahatça konuşabiliyordur. Ancak hasta bu evrede kanseri sadece kötü bir durum olarak görmek yerine bu kötü durumla nasıl baş edeceğini bilerek daha özgüvenli davranır.
Kanser hastalığı kişinin kendisinin olduğu kadar yakın çevresini de ruhsal ve sosyal açıdan olumsuz etkiler. Tedavi sürecinin getirileri hem hasta için hem de hasta yakınları için büyük fedakarlıklar gerektirmektedir. Ancak bu süreçte yapılan fedakarlıkların hastanın kendisine acıma ya da hastaya acıma duygularıyla kolayca karıştırılabildiği de görülür.
Acıma duygusu hastaya acizlik, çaresizlik, yetersizlik, umutsuzluk duygularını yükler. Halbuki fedakarlık süreci emek, çaba, mücadele, umut ve inanç gibi olumlu güçteki duyguları içinde barındırmaktadır. Buna rağmen tedavi sürecinin uzun soluklu olması ve tedavi sırasında hem fiziksel hem de ruhsal zorlanmalarla karşılaşılması yüzünden bazen negatif duygulardan kaçınmak mümkün olmaz. Bu negatif duygular hastada genellikle depresif duygu durum hallerini ortaya çıkarmaktadır.
gibi depresif duygu durum halleri yaşayabilmektedir.
Tüm bu olumsuz duygu durum halleriyle baş edebilmek için yoğun sabır gerektiren kanser tedavi süreci içerisinde hastanın çaresiz olmadığını gösteren hastanın kendi öz gücüne, psikolojik dayanıklılığına, vücudunun dayanma gücüne, inanç gücüne odaklanılarak kişinin kendi güç donanımını yeniden tanıması gerekir.
Ayrıca kanser tanısını öğrendikten sonra veya tedavi süreci içerisinde depresif belirtiler gösteren hastalar için klasik veya online terapinin kaçınılmaz ve göz ardı edilemez ciddi bir durum olduğunu da unutmamak gerekir. Kanser tanısının öğrendikten sonra duygu durum takibin sağlıklı yapılabilmesi için hasta ve hasta yakınlarının düzenli olarak psikolojik destek almaları önerilir.
Herkesin sağlıkla yaşadığı mutlu bir yaşam dileriz.
Önceki yazımıza https://mutluyasam.com.tr/ergenlerde-ofke-kontrolu/ linkinden ulaşabilirsiniz.
İçerikler